28 Eylül 2020 Pazartesi

CUMHURİYETİN YATÇILARI 2019..

Bu köşeyi her sene yapıyoruz malum.

Cumhuriyet kutlamaları sırasında yayınlıyoruz.
Okyanuslarda kayda değer seferler yapmış, dünya denizlerine açılmış kahramanlarımızı anıyoruz.

Tam dünya turuydu, yarım dilim dolaşmaydı, kadındı erkekti, yerliydi yabancıydı, zengindi sayılmazdı, felan düşünmedim doğrusu..
Zaten o kadar azlar ki..
Ayrım yok..
Hepiciği bisim kahramanlarımız..

Geleneksel hale geldi artık. Bu dördüncü senesi.
Biz bildiklerimizi yayınlıyoruz, takip eden dostlar eksikliklerimizi gösteriyo tamamlıyoruz..
Belki hala da gözümüzden kaçmış yatçılarımız vardır.

Varsa unutulanlar benim hatamdır.. Tamamlarsanız çok seviniriz bittabi..

Buyurunuz Cumhuriyetimizin yatçılarını alkışlayınız efenim..

Sadun-Oda Boro / Kısmet



Tanıl-Annette Tuncel / Kelebek
Haluk Karamanoğlu ve ailesi / Deriska
Eralp Akkoyunlu / Yosun
Yeşim ve Tonguç Tokol / Yosun



Erkan Gürsoy / Barış
Zuhal Osman Atasoy / Uzaklar

Osman Atasoy- Sibel Karasulu-Uzaklar ll
Göran Clarmo - Ayfer Er / Cantana III
Mehmet Selis / Zarafet
Selçuk Karamanoğlu / Turquoise
Alim- Hattaya Sür / My Chance
Rahmi Koç / Nazenin
Ayça - Levent Kirişçioğlu / Yol
Ekrem İnözü / Anouk



Hakan-Sophie Öge / Mardek
Turkan Yöney-Kerem Tayla / Katama
Alim-Hattaya Sür / My Chance
Elaine-Mehmet Selis / Zarafet
Özkan Gülkaynak / Kayıtsız III
Cumhur - Mayisa Gökova / Gökova
Haldun Karagöz / Amanin
Erden Eruç
Teoman Sarıaslan / Su dünyası
Ahmet N. Davran- Burcu Bostanoğlu / Storm Bird
Cahil cesareti / Maral Ceranoğlu-Uğur Yavaş / Blue Belle


Hülya- Derek Leigh / Blue belle

Banu Öney- Peter Saggers / Denize II



Mustafa Yurtbulmuş-Elif Keskin Yurtbulmus / Balıkçıl
Nejat Avci-Melike Pirinççioğlu / North
Ekber Levent- Gülin Bozkurt / Soulmate
Nadire Berker - Selim Yalçın / Keyif
Nezih Kılıçkını / Mahayana
Hasan Şirin-Zehra Şirin / Kandiba
Cengiz Arslanoğlu / s'boro of Karasu
Ulas risvanoglu / tetranora
Ebru-Nurettin İşletici / Koza
Hakan Iloğlu /Salsa

Unuttuğumuz ya da resimlerine yer veremediğimiz kahramanların tekraren affına sığınaraktan, saygılarımızla anıp, selamlıyoruz kahramanları..

100. yılda yazamaycağmız kadar çok kahraman bekliyoruz..
Dur unutmayalım:
Yaşasın Cumhuriyet..

27 Mayıs 2020 Çarşamba

- YATÇILIKTA YENİ NORMAL, SOSYAL MESAFE, KONTROLLU HAYAT FELAN..

Yazdım yine bi mekale..
Ben olmasam kim yazar bunları bilmem ki.
Hep hizmet hep hizmet.
Buyurunuz okuyunuz hayatınız değişsin sevgili tayfa.
Yaz geldi. Yasaklar kalkıyor.
Teknelere kavuşacağız yakında anlaşılan. Yeniden güvertelere zıplayıp, denizlere çıkacağız.
Peki her şey eskisi gibi olacak mı?


Hemen her konuda yeni yönergeler, kılavuzlar, kurallar yazılıp çiziliyor ortamlarda.
AVM'ler, berberler, oteller, restoranlar derken her yerlerde yaşam koşulları yeniden şekilleniyor.
Peki özel teknelerde yeni normal nasıl olacak? Biz yatçılar ne yapacağız bu yaz. Nasıl gezeceğiz nasıl yaşayacağız.

Bu konuda pek bişi görmedim bi yerlerde.
Bilim kurulunda yatçı denizci bir profesör yazar mı acaba bi yönerge ?
Ticari tekneler için yazarlar ama ya özel yatlarda hayat nasıl olacak?


Kişi sayısı sınırlamak felan tamam da tekne usulü hayat nasıl olacak ta olacak.
Yazmaz mı? Olsun biz yazalım şimdiden.
İş başa düştü neticeten.

Yazalım yazmasına

da hemen belirtelim başta.
Doktor olmadığımız, uzman olmadığımız, bir araştırma felan yapmadığımızı bilin..
Bilim adamı hiç değilim.
Sadece bu konuda düşünen, Covit 19'a karşı direnme amaçlı, popüler kültürü ve haberleri takip eden bir yatçı diye bakın yazdıklarıma.

Kısaca ben anlamam bu işlerden; baştan onu diyeyim de çemkirmeyin sonra.
Eleştiri ve düşüncelerinize açığız bittabi; bi düşünen ben diilim heralde.
Üşenmeyin  siz de yazın aşağıya önlemler hakkındaki fikirlerinizi. Sağlıkçı dostlar da yazsınlar yanlışımız varsa doğrusunu. Biz de yazıyı geliştirelim değiştirelim.

Önce şunu söyleyeyim:
Tam teknelerde yaşama zamanı anacım.
İzole, tenha, tertemiz bir koyda kalabalıktan, kapalı mekanlardan, virüs yükünden, burun buruna insanlardan uzakta olmak arayıp ta kolay bulamadığımız bişi zannımca.
İyi gelir vesselam.




Yanlız olmaz bittabi. Sıkılır insan. 
Fekat eş, dost, konu, komşu, "arkadaş teknesi sevenler", "parti tayfası" yok bu sene anacım.
Teknelerde o çok sevdiğimiz konuk ağırlama günleri geçmişte kaldı zannımca. 
Zaten evde beraber yaşadığımız, birlikte izole olduğumuz, karantina geçmişini bildiğimiz, tayfayı alabiliriz yanımıza yanlızca.

Tayfa bu ortak karantina geçmişinden geliyosa da yine de kalabalık olmamalı.
Tekneye göre sayı belirlemeli. Mesela bizim 7 metrelik teknelere 2 kişiden fazla almamalı. Çok çok Aynı karantina geçmişinden gelen,  2'si çocuk 4 kişi olur heralde. Tabii resmi otoriteler ne diyecek ona da bakmak lazım. Belki 2'den fazla olmaz derler.
Neyse dur baştan alalım konuyu..




EVDE HAZIRLIK DÖNEMİ:

İyi hazırlık yapmak lazım.
Mesela kumanya:
Alış verişi önceden yapmalı, kumanyalar alınmalı, yıkanmalı, temizlenmeli hatta yiyecekler hazırlanıp sıkıca paketlenmeli. Teknede su ihtiyacını arttırmaktan kaçınılmalı.

Planlamalar kullan at malzemeye göre yapılmalı, kağıt tabak çanak bardak alınmalı.
Teknede bulaşık çamaşır çıkaracak işlerden kaçınılmalı.




Yedek eldivenler maskeler kolonya ve dezenfektan ürünler yeterince stoklanmalı.
Kervan yolda düzülür şeklinde düşünülmemeli. Gideceğiniz yerde restoranlar marketler kapanmış ya da hiç açılmamış olabilir. Marina dükkanları kapalı olabilir. Uzun süre alargada kalma zorunlu olabilir, pat diye bir yerdeki karantinanın içine düşecek olabilirsiniz.

Bu nedenle de Rotalar,  yol planları, yolculuk zamanlaması iyi yapılmalı, alternatif çıkışlar planlamalı; öyle ya ansızın limanlar kapanabilir, yolculuk kısıtlanabilir. Teknede beklenmeyen bir hastalık oluşabilir; o nedenle ne olursa nereye gidilecek iyi hesaplanmalı.

Evden tekneye direk gidilmeli, yolda bulaş riski oluşturabilecek temaslardan kaçınılmalı. Tekneye mümkün olduğu kadar virüs yükü taşımamaya dikkat etmeli.

MARİNALARDA..

Marinalardaki durum da zor zenaat.
Malumunuz bir çok marinada sıkışıklık var. Usturmaça usturmaçaya, dib dibe tekneler.
Sıkıntılı bir durum bittabi.




Herhalde marinada tekneden tekneye sohbetler de son bulacak salgın sonuna kadar.
Öyle pontonlarda dip dibe  teknelerde yayılmak, birbirine gidip gelmeler, marinacılarla palamarlarla uzun sohbetler  yok artık.
Gidip teknelere binip, hemen açılacağız enginlere.

Teknelerin kışlık tentenelerini açmamalı derim marinalardayken. Denize çıkarken açıp, bağlanır bağlanmaz kapamalı. Böylece teknenin yaşam alanlarına maske takmış oluruz diyeceğim ama bilmem artık.




Su parasından kaçmamalı her seferinde binmeden önce bi iyi yıkamalı tekneyi baştan sona. Döndükten sonra zaten yıkıyoruz.

Yıkamaya gelen sağlam iş eldivenleri almalı, iş yaparken, halatlarla uğraşırken takmalı, sonrasında bi güzel yıkayıp kaldırmalı. Kullan at eldivenler dayanmaz malum bizim işlere.
Teknenin donanımına ilaveler yapmalı. Su sıkıntısı olmayacak bir düzen şart. Çok sık eller yıkanacak o bakımdan.  Temiz su depolarına ilave mi yaparsınız pilastik bidonlarla su mu depolarsınız bilmem artık.

Ayrıca bolca sabun ve dezenfektan kullanılacağından atık su depoları da büyütülmeli. Gri su ile siyah suyu birbirinden ayıracak bir düzenek te fena olmaz yani. Öyle  ya herkesin yanyana yattığı bir koyda denizi sabuna bulamak hoş karşılanmayacak. Lavaboların suyunu direk denize vermeye son anacım.

"Teknelerdeki  tuvaletleri banyoları kullanmayalım, marinadaki genel tuvaletlere banyolara gidelim" devri de kapandı mı ne? Tırsiciiz sanırsam genel mekanlardan. Herkes kendi sistemlerini kullanacak. Ona göre yani. Burada marina yönetimlerine de dezenfekte bakımından iş düşecek bittabi.
Atık alım istasyonlarında, benzin istasyonlarında, marina ofislerinde her daim kontrollü olmalı, maske takmalı, eldiven takmalı kullanılan eldiveni hemen atmalı, sık sık eller yıkanmalı olmadı dezenfekte edilmeli.

Eldiven ve maskeler kolay ulaşılabilecek yerlerde olmalı  teknelerde ve ustalıkla depolanmalı. Kağıt havlu ve tuvalet kağıdı her zamankinden daha fazla stoklanmalı. Teknedeki kolonya şişesi bayağı büyütülmeli bi de.

Yakıt konusunda da yedekli olmakta fayda var. Alırım dediğin yerde yakıt ya da istasyon bulamayabilirsin sevgili tayfa.

SEYİRDE, DEMİRDE, KOYDA, KÖRFEZDE..

Seyir konusunda ne diyeceğim: Birden fazla tekne birlikte seyir yapma işinde sıkıntı var anacım. Birlikte gezi olmadık anlarda aniden zorunlu yakınlaşma yaratabilir bilmem artık söyliim de.
Yan yana seyir yapmayın ama.
Arka arkaya gidin aranızda da en az 15 metre olsun.



Tanımadık kalabalık teknelerin yanından geçerken de kalamalı olun. Rüzgar altından diil de rüzgar üstünden geçin. Bakarsın rüzgar o teknedeki virüs yükünü size doğru üfürüverir.  Adam yelkenli ise rüzgarını keseceksiniz ama koronalı günler netekim, affetsin artık denizciler birbirini.

İletişimi haberleri kaybetmeyin yolda. Telsizler açık olsun. Haber kaynaklarını takip edin olup bitenden haberdar olun.

Demir yerlerinde, koylarda, borda bordaya demirlemek yok artık. En az 10 metre mesafe tanıyın yandaki tekneye.  Öyle bir yer bulmalı ki hiç bir teknenin rüzgar altında olmamalı bi de.. Neden 10 metre demeyin bana iyi geldi işte bu uzaklık ne biliim..



Baktınız koy kalabalık kasmayın araya gireceğim diye, başka koy mu yok güzelim Akdeniz'de.
Ferahlıkta fayda vardır anacım bu sene.

Öyle birbirimizin teknesine gidip gelmece de yok demirlemede.
"Çay koydum gel"ler, "karpuz kestim buyurun"lar, "bizim güvertede güneşlenelim"ler, "tavlayı çıkardım, biralar da soğudu gel"ler olmayacak zannımca.

Tekne havuzluklarında küçük masaların etrafında 8/10 kişilik toplaşmalar; "sen böreği getir, ben de peynir var, dolmalar semahattan, içkiler de İbo'dan" muhabbetlerine son bu sene canım followırlar..

"Yandaki tekneden yolladılar abi" ikramları da yapmayın. Tanımadığınız insanlara yanar döner meyve, kek çörek yollamayın. Tanımadığınız insanlardan gelen ikramları da almayın.

YÜZERKEN DENİZDE..

Maske takın yüzerken dermişim.
Korkmayın o kadar da diil demem binaenaaleyh.
Denizden bulaşmıyor virüs diyorlar ama ben bilmem.
"Tuzlu su virüsü halleder" diyen de var, "o koca suda virüs olsa ne olur, seyreliyor virüs yükü" diyen de.
Yine de birini ağzından burnundan çıkan sekresyonlar, hemen yakındaki birini enfekte eder mi bilmem.




Çok yakın olmak orada da iyi diil zannımca.
Mesafeli mesafeli yüzmeli diyorum.

Bi de dışkıda yaşıyor virüsler diyen de gördüm. Demek ki pis su tanklarına dikkat edeceğiz, denize kaçak yapmasın özellikle koylardayken. Bilmem anlatabildim mi?

Benden bu kadar.
Aklıma gelmeyenleri de siz yazın anacım hadi bayy..

22 Mayıs 2020 Cuma

- APOLLO 11'İN GÖLGESİNDE BİR ACAİP MACERACI.

Yıllardan 1969'dur.
İlk kez aya inen "Apollo 11" Astronotları "Neil Armstrong", "Michael Collins", "Edwin A Aldrin" beyler, bütün zamanların en büyük kaşifleri olmalarına rağmen, bay "John Fairfax" beye özetle şu mektubu yazmışlar uzaydan canım followırlar:
"Apollo 11'in tayfası olan bizler, Atlantik'te tek başına kürek çeken o cesur adama içten tebriklerimizi iletiyoruz.
Başkan Kennedy'nin bir zamanlar dediği gibi “Yeni okyanus uzay” mahfillerinde yelken açan bizler, dünyadaki zorlu su okyanusunu tek başına fethetmiş olan adama olan saygımızı göstermekten memnuniyet duyuyoruz.
Dünyadaki zorlu yolculuğunuzu, aya yaptığımız yolculuğumuza çok yakın bir zaman noktasında tamamlamanız ilginç bir tesadüf oldu. Siz de biz de neredeyse aynı zamanda hedeflerimize ulaştık.
Bununla birlikte, sizinki, becerikli bir bireyin tek başına elde ettiği bir başarıydı. Bizimki ise ABD ve tüm dünyada binlerce çalışanın yardımı sayesinde gerçekleşti.

Kaşif dostlarınız olarak, tüm Araştırmacı kaşifler adına sizi bu harika başarınız için selamlıyoruz."
Yaa nasıl da alçak gönüllü bir kutlama mesajı.
Neden yazmışlar diyeceksiniz.
John Fairfax bey, o günlerde okyanusu tek başına kürekle geçmişti bu ilk kez oluyordu ve çok zor şartlar altında gerçekleşmişti.
Bu büyük başarı, aynı zamanda gerçekleştirilen aya seyahatin gölgesinde kalmıştı, hak ettiği ilgiyi görememişti ne yazık ki.
O bakımdan yazmışlardı.
Kendisine profesyonel maceracı diyen "John Fairfax" beyi tanır mısız?
Nerdeee..
Neyseki ben varımdır canım followırlarım. İyi ki varımdır, hadi yaşadınız yine  bakın onu da anlatacağım size.
"John FAİRFAX" bey Mayıs 1937'de doğmuş bi abimiz..
Annesi Bulgar, babası İngiliz'miş.Gerçi babasız büyümüş garibim. Babasını sadece bir kez görmüş hayatında. 
Para sıkıntısı yokmuş,  “Paramız vardı ve istediğim her şeyi aldım. Benim sahip olmadığım şey bir baba figürüydü. Bu beni inatçı ve mücadeleci bir çocuğa dönüştürdü ” demiş bi röportajında. Zaten zannımca ne gelmişse bundan gelmiş başına.
Maceralar henüz küçük bir çocukken başlamış. 9 yaşına geldiğinde John'un annesi, onu izci yapmanın iyi olacağını düşünmüş ama işler umulduğu gibi gitmemiş. İzcilik John'un doğaya olan tutkusunu başlatmış ama başını da da derde sokmuş.
Başka bir izci ile tartışmaya girince, izci Liderinin silahını almış ve yatakhaneyi kurşun yağmuruna tutmuş. Nasıl bir çocukluk geçirdiyse artık.
Bu olaydan sonra annesiyle birlikte Arjantin'e taşınmış. Gitmiş ama  bu da işe yaramamış. Orada da haylazlıkları devam etmiş.
13 yaşındayken “Ormanlara gidip Tarzan gibi yaşamak istediği için evi terketmiş ve Amazon ormanlarına kaçarak avcılık yapmaya başlamış. İyi de bir avcı olmuş. Avladığı hayvanların derilerini satarak 6/7 yıl yaşamış.
20 yaşındayken yelken açmayı öğrenmiş, öğrenmiş öğrenmesine de  adam gibi çalışıp, denizlerden ekmeğini namusu ile kazanacağına korsanlık yapmaya başlamış. Silah sigara ve içki kaçakçılığı yapmış.
Gençliği boyunca okyanusu kürekle geçen tayfaların hikayelerini okumuş ve bu işi dünyada tek başına yapabilen ilk kişi olmak istediğine karar vermiş.

1966'da Londra'ya taşınmış ve hayalini gerçekleştirecek hazırlıklar yapmaya başlamış. Beş parası yokmuş. Yaşayabilmek için bir restoranda bulaşıkçı olarak çalışmış. Korsanlık yapmaktan iyidir bittabi canım followırlarım..
Sponsorlar aramış, bulmak için gazeteye ilan vermiş. Sonradan ünlü partneri olacak "Sylvia Cook" ile de böyle tanışmış.
“Bu fikrin harika olduğunu düşündüm" diyor Sylvia.
İlana cevap verip John'a ulaşmış. Ondan etkilenmiş, maceraya yancı yazılmış. Mektuplar yazarak ve telefon ederek projeye destek olmaya çalışmış.
"Bence çok şımarık bir çocuktu ve her şey istediği gibi olmak zorundaydı" diyor John için.
Neyse John'da bu sırada formda kalmaya gayret ediyormuş.
Hyde Park'taki Serpentine Gölü'nde koşular yapıyor, yüzüyor, halter ve kürek çalışmaları yapıyormuş.
Sorunlar çözülmüş, sponsor bulunmuş, kayık hazırlanmış ve 20 Ocak 1969'da John, kayığı Britannia ile Kanarya Adaları'ndan yola çıkmış.

Florida'ya kadar yaklaşık 6 ayda tek başına kürek çekecektir.
Zor ve çılgın bu savaşta beş metreden fazla dalgalar, fırtınalar, açlık susuzluk ve köpekbalıkları ile boğuşacaktır.
Aslında 3.500 mil olan rotada, sağa sola sürüklendiğinden yaklaşık 5.000 mil kürek çekmek zorunda kalmıştır.
Sonunda 19 Temmuz 1969'da Florida'ya varacaktır.
32 yaşındadır ve Atlantik'i yalnız başına geçen ilk kürekçi olmuştur.
Kolay mı olmuştur. Asla..Neler yaşadığını anlatsam burdan aya yol olur. Siz de okumazsınız sıkılıp.
Karaya çıktığında söylediği ilk şeylerden biri, "Bir dahaki sefere yanıma mutlaka bir kız alacağım."olmuştur.
İşte o kız Sylvia olacaktır.
1972 yılında yine yerinde duramamaya başlayan John, Pasifik'i geçmeye karar verir.
Sylvia ona katılacak ve ikili birlikte Büyük Okyanus'u kürekle geçerek bir başka rekora imza atacaklardır.
Çift San Francisco'dan Avustralya 'ya yaklaşık 8.000 millik mesafeyi "Britannia II" tekneleri ile 363 günde geçeceklerdir. Bu da çok muazzam bir başarıdır netekim. 

Bu büyük maceracı 2012'de, Şubat ayında, evinde ,kalp krizinden ölecektir 74 yaşındayken.
John Fairfax'ın Atlantik seferinden beri okyanus kürekçiliğinde çok şey değişti bittabi. Tek başına Atlantik kürek geçişinin rekoru bugün, John'un 182 gününe karşı 40 gün. Tüm teknelerde uydu telefonları, özgün gıda seçenekleri, su yapıcılar, GPS'ler neler var neler.
Hayat çok değişiyor netekim Aya gitmek te kolay artık. Gitmeyen bir ben kaldım neticeten.
Neysee hadi hoşça kalın kaçtım ben..

20 Mayıs 2020 Çarşamba

- KAHRAMAN BANDIRMA'NIN KAHRAMAN KAPTANI..

Bu yazının kahramanı Kayseri Zincidere doğumlu…
"İsmail Hakkı Kaptan"..
"3 koca burunu dönüp, clipper rotasında, dünyayı 112 günde, tek başına, hiç durmadan dönmüş tek türk kaptanı.."
Değil tabii..
Çok daha büyük bir iş başarmış bir Türk denizcisi..


Bir milletin kurtuluşunu sağlayan bir yolculuğun kaptanı o..
1871 doğumlu, 48 yaşındaymış yani Samsun'a çıktıklarında.. Bandırma vapurunun kaptanı..

Babası Hacı Ahmet de denizci ve aynı zamanda kaptanmış..
Mekteb-i Funun-u Bahriye-yi Şahane’ye (Denizcilik Okulu) bağlı olan, Tüccar Kaptan Mektebi’nden mezun olmuş. 1892 yılında Kayseri Vapurunda stajyer kaptan olarak göreve başlamış. Çeşitli gemilerde zabitlik (subaylık) yaptıktan sonra, Osmanlı Seyri Sefain İdaresi’nin “Doğan” vapuru kaptanlığına, 1.mayıs.1919’da da Bandırma Vapurunun kaptanlığına atanmış..1922 yılında emekli olmuş.

Yolculuğu şöyle anlatır:
"Boğaz'dan çıkarken müthiş bir fırtınanın icrayı hüküm etmekte olduğunu gördük. Ne kadar şiddetli fırtına olursa olsun, yolumuza devama karar vermiştik. Maiyetlerindeki zevatı deniz tutuyor ve herkes birer birer kamaralarına yatıyorlardı. Maamafih Paşa bir köşeye dayanmış oturmakta ve kendilerinde fıtri bir haslet olan harikulbeşer metaneti kalbiyelerinin asarı olarak bilafütur ve daimi bir tefekkür içerisinde bulunmakta idiler. Son hızımız olan yedi mil ile Karadeniz’in biaman dalgaları arasında yuvarlana yuvarlana İnebolu ve Sinop’a uğrayarak bin türlü müşkülat içerisinde bir gün şafak vakti Samsun’a vardık."



Atatürk, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ilk kez geldiği İstanbul’da, ilk işlerinden biri kaptanı aratıp buldurmak olmuştu. Onu Dolmabahçe Sarayı’na çağırttı.
Ancak Hakkı Durusu Kaptan, ziyaretinin yanlış anlaşılacağından, yaptığı hizmet için para ya da ihsan istiyormuş gibi görünmek istemediğinden gitmedi.. Atatürk bir kez daha çağırdığında da hasta idi gidemedi..


Emekliliğini zor şartlarda yaşayarak, 1940'ta vefat etti..
Sonradan adını bir yolcu vapuruna verdiler..


İsmail Hakkı Durusu kaptanıma saygılarımızı sunuyoruz değerli tayfa..

- BANDIRMA GEMİSİ..

Güzel teknedir netekim.
Bazen de güsellik, formda şekilde diil; taşınan ruhtadır vesselam.
Biliyonuz mu "Bandırma" vapurumuzun tafsilatlı hikayesini?
Bak yazıyorum işte.


Buyurunuz; milletimizin kaderini değiştiren o kahraman vapurun öyküsü.
Gemi 1878 yılında İngiltere'nin (sonra İskoçya) Glasgow kentinde "Mac. Intyre Paisley - Huston ve Cardett" tersanelerinde, 21 sıra numarası ile inşa edilmiş. 279 grostonluk, 48 metronluk bi vapur idi..
Geminin ilk sahibi "Dussey and Robinson" şirketi gemiyi "Torocaderto" adı altında yolcu ve yük vapuru olarak 5 yıl çalıştırmış.


1883 yılında Yunanistan'da "H. Psicha Preus" Firmasına satıldıktan sonra "Kymi" adını almış..1890 yılında başka bir Yunanlı firma olan "Cap. Andereadis" firmasına satılmış.

12 Aralık 1891 tarihinde kaza sonucu batmış, aynı yıl içerisinde yüzdürülmüş ve "Kymi" adı ile "İstanbul Rama Derasimo" firmasına satılmış.

1894 yılında o zamanki Deniz Yolları İşletmesi olan "İdare-i Mahsusa"ya devredilmiş ve Türk bayrağı çekilerek, adı "Panderma" olarak değiştirilmiş.


Marmara Denizi kıyılarında, Tekirdağ, Mürefte, Şarköy, Karabiga, Erdek arasında yük ve yolcu seferleri yapmış.
İdare-i Mahsusa statü değiştirerek 28 Ekim 1910 yılında "Osmanlı Seyrüsefain İdaresi" (Osmanlı Denizcilik İşletmesi) olunca geminin adı, "Bandırma" olarak değiştirilerek posta vapuru haline getirilmiş.

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, 9. Ordu Müfettişi (Mirliva) olarak kurmayları ile birlikte İstanbul’dan Samsun’a geçmek istediğinde "Bandırma vapurumuz göreve çağrılacaktır.
Geminin kaptanlığına da 01.05.1919 tarihinde İsmail Hakkı Kaptan atanmıştı. Kaptanımızı da bir başka yazının konusu yaptık.


Yandaki menüden bulabilirsiniz isterseniz.

İngilizlerin engelleme girişimlerine karşın Bandırma vapuru oldukça zor şartlarda mücadelesini sürdürerek kıymetli yolcularını (Atatürk ve kurmayları 22, Er ve erbaşlar 25, Müşavir ve katipler 8, Gemi personeli 21 olmak üzere toplam 76 kişi) Samsun'a ulaştırmayı başarır bildiğiniz gibi..

Bandırma, Samsun seferini tamamladıktan sonra gene eski görevine, posta hizmetine dönmüş. 


1924’te Seyr-i Sefain İdaresi Umum Müdürlüğü emrinde, Tekirdağ- Mürefte arası posta vapurluğu yapmış.

Fakat ne yazık ki Bandırma vapurumuzu korumayı başaramamışızdır canım followırlar. 
1925 yılında gemi arızalanıp tamir edilemeyince, İlhami (SÖKER) isimli Türk armatöre satılmış, ve aynı armatör tarafından 4 ay içinde Haliç Feneri'nde Hurda olarak parçalanmıştır.

Ancak çok sonraları 2001 yılında yeniden inşası yapılıp, 2003 yılında Bandırma Müzesi olarak Samsun'un Canik İlçesinde ziyarete açılmıştır.


Alkışlayın sevgili tayfa tarihimizin  kahraman gemisini..

18 Mayıs 2020 Pazartesi

- NE Mİ ALDIM ? (5. VE SON BÖLÜM)

Uff bea, ne dizi oldu yani. 
Yaz yaz bitmedi vallahülazim.
Son bölüme geldik işte anacım.  Vedalaşıyoruz bu gün bu diziyle.
Fekat ilgi gördü yazılar  ne yalan söyliim. Faideli bi eserdir zannımca. 
Öyle yorumlar yapmış ki bağzı followırlarım, ne kadar sevindiğimi anlatamam yani okuyunca. 
Dibim mi düştü desem, beynim uçtu mu desem, göz yaşlarımı tutamadım mı desem valla ne desem bilmiyorum. Ne kadar teşekkür etsem azdır onlara. Ne demişler "marifet iltifata tabidir".  
Neden yazıyoruz ki böyle haldır huldur. 
Bir çift güzel söz için bea.
Dizinin her bölümü  1.500 civarında kişi tarafından okunmuş blogta. 
Blog desen 30.000 tıka ulaşmış toplamda. 
Fena diil valla, sonuçta 3 ayda iyi iş vesselam. 
Salgın başında başlamıştık blog yazmaya.  Feys sayfamız 5 yıldır yayında o başka.
Tıklayan parmaklar dert görmesin anacım.

Neysee bir önceki bölümde 2. el tekne alınır mı meselesini de konuşmuştuk. 
Şinci şoraya geldik anacım:
Yerli tekne alınır mı? Yoksa yabancı bir marka mı almalı..


Şöyle söyliim yerli de olur yabancı da, yeter ki iyi tekne olsun fiyatı da makul olsun.
Yerli tekneler de genellikle tasarım, finishing ve kalite sorunları oluyo diyollar. 
Eh olanı da var olmayanı da; bakıceksin teknenin teşkilatına. 
Pek güsel yerli teknelerimiz de var,  beter böcek yabancı yapımlar da. Önemli olan yapanın bakışı yeteneği, deneyimi, iyi düşünceleri.

Ne demişler "her seçim bir vazgeçiştir netekim". Parasına güvenen borazancıbaşı bu işte.
Bizim hedef kategorimizdeki yabancı teknelere bi göz atalım hadi. Beyin sporu olsun.
Mesela alalım Finlandiya yapımı şu tekneyi:
"Axopar 28" dir kendisi.


Yazı dizisinin başından beri anlattığımız aradığımız  özelliklere sahip bi sefine.
Biz de onu almak isteriz bittabi. 
Her havada gider, her yere gider, dengeli güçlü bir gövde tasarımı, 50 knota kadar hızlı gider, yatırır, yedirir, içirir, römorka gelir, plaja çıkar, bakımı tutumu dert olmaz, her sığlığa girer, sağlamdır felan. Yalan mı? Diil bittabi. Kem söz söyleyeni allah çarpar vallahülazim.
Bu nitelikte bişi var mı yerli imalat ? Benim bildiğim yok.
O zaman tamamdır. Hemen gidip bundan alabiliriz  bi tane. Ama durun hele o soruyu sormadan olmaz bittabii. Kaçaymış?

Yuvarlak hesap motor dahil 90.000 avrolarda..
Yani 700.000 lira gibi bişi. Vergi transfer donatım felan da ayrı.
Bi tane  2. eli vardı arandığımda, bizim memlekette satılıktı. 2014 modeldi ve üstelik aft kabini de yok daha az özellikli bişiydi yani. Ne istiyollardı dersiniz ? Tam  570.000 törkiş lira. 6 ay önceydi hemde.
Yaa.. Brrr.. 
Hemen vazgeçtik, listeden çıkardık markayı. Alamıyoruz pahalı bişi malum. Geçiniz.

Bi de bu var sevdiklerimden. "Targa 27.2" şeysi. O da denizci, o da dengeli, güçlü sıkı bir tekne bir teknoloci harikası.


40 knot basan, 400 HP motorunan her yerlere gidebilecek bir tekne.
Benzerleri yapılıyodu ülkemizde bir ara, üstelik güsel de yapıyollardı şimdilerde ne oldu bilmiyorum yapıyollar mı acaba hala.


Yabancısı yaklaşık 200.000 pound. Yani 1.7 milyon lira.. Breh breh breh.. Tutmayın beni kaçıyorum. Arkama da bakmıyorum.

Şimdi de bunlardan farklı olmak üzere bir alt sınıfa bakalım.
Şuna baksak mesela:
Bu "Jeanneau Marry Fisher 6.95"; aynı kategoride sayılabilecek, denk gelecek benzerleri var yerli yapım.


Bu arkadaşımız 30.000 avrolarda. Yanlız motor yok. Bi de makul bi motor taktığınızı düşünelim, oldu 50.000 avro.. Yani 400.000 lira diyelim, vergi mergi transfer felan bulur valla.

Dur bi de "Beneteau" tayfasına bakalım.


Mesela "Antares 7"; 
Kaç para?
Sıfırının fiyatının motorsuz 27.000 avro felan olduğunu duydum.  150 hp suzuki motorunan aldık diyelim o da geldi 50.000 avrolara. Geçiniz delikanlıyı bozar anacım o kadar avro vermek 7 metron bi tekneye.



Sonuç;
Demek ki 7 metron civarı bir yabancı güsel için 400.000 liradan daha fazla bir parayı gözden çıkarmamız gerekecek neticeten.
Yabancılarda durum bu özetle. Tabii binlerce değişik model var ama hepsini yazsam okumazsını bu uzun yazıyı. Feys sayfamızı takip edenler aşina bu güzellere netekim.

Tasarım, teknoloci, işçilik, çok sayıda üretimin verdiği deneyim, hız konfor denge  derken iyi tabi de, fiyatlar nanay anacım. Bize gelmez binaenaaleyh.

Özellikle bizim kullanma alışkanlıklarımız hesaba katıldığında, tekneyi çok zorlamaya gerek yok diye düşündüğümüzde, napıcağız o kadar hızı dediğimizde  "Yerli teknelerden daha fazla ne var ki bunlarda bizim için o fiyat farklarını hakkedecek" diye soralım, ortamlardan uzayalım anacım..
"Para var çözüm var" diye ekleyelim. 
"Benim param var, veririm anasını satayım" diyenlere saygı gösterelim, "Yerli malı Türkün malı, her Türk onu kullanmalı" diyelim, yabancı pazarlardan ufak ufak tüyelim.

Dönelim yüzümüzü yerli imalatlardan 7 metreliklere.
Orada da çarşı karışık. Tabii marka model çok var. Anlatmakla bitmez.
Girişimcimiz de çok vesselam. Bağzılarını anlatmıştık burada.

Yüzlerce tekne yapmış bilinçli üreticilerimiz de var, bi tasarım bulup, bi örnek yapıp kendini pazarlara atanlar da; müşteri çıkarsa yaparım diyip, 2 resim çiziktirip, alemlere akanlar da.
Ciddi olmak lazım neticeten.

Eski bölümlerde bizim tekne seçim  parametrelerimizi anlatmıştım.
Tabii herkesin zevki, bütçesi, ihtiyaçları farklı olduğundan türlü çeşitli seçenekler üzerinde durabilir halkımız. Ben bizim kafayı anlatıyorum sevgili tayfa.
Çemkirmeyin garibin akıllarına.

Pratik olacak, kolay kullanımlı olacak, gerektiğinde römorka alınabilir olacak, bakım tutum masrafları az olacak, illa da ucuz olacak,  tuvalet mutfak kamara havuzluk derken asgari bir konfor olacak, gerektiğinde kolayca satılacak felan diye bişiler yazmıştım hatırlarsanız. 
Hatırlamıyosanız da o bölüme dönüp okuyun. Bi daha annatamaycam şinci. Yandaki menüde var eski bölümler.

Neyse sonuç olarak bu parametrelere uyan bir kaç yerli markaya göz atmıştık o dönemde  değerli takipçilerim. Şöyleki:
Biri Sancak SVT 7.20 


Biri Nauta 6.80 


Biri Neta Fisher 6.60 


Biri Tacar 6.50 


Biri Rakser Sloop 7.00 


Biri Safter 6.30 CC 


Tabii başka güsel imalatlar da var ama biz böyle bi kısa liste yapmıştık. Bu teknelerin bağzılarını özel olarak incelemiştik bu sayfada. Yandaki menüden (7 Metrelikler) dizimize bi bakın isterseniz. 

Listeyi aldık önümüze, bakarken bakarken cüzdanı bi daha yoklayınca yenge dedi ki "fiyatı 150.000 liradan pahalı olanları sil bi kere o listeden". 6 ay öncesi idi bu hatırlayın. 
Iııgh! olduk tabii ama ekönömik davranıcağımıza söz vermiştik başlarken.
Çaresiz sildik bağzı güzelleri..

Bi de bu fiyatın üstüne çıkınca, yukarda anlattığımız yabancıların 2. eli  devreye giriyor devreye.. Tertemiz az kullanılmış yabancı teknelerin 2. elleri ile yaklaşık aynı fiyata geliyor kimi yerliler., 
İşler iyice karışıyor. 
O mu bu mu derken hoşafın yağı kesiliyor; sonuçta çıkmayalım oralara, erkeklik biz de kalsın dedik.
Böylece o zamanın fiyatları ile 150.000 liranın altında tam tekmil satış fiyatı veren 
teknelerle kaldık başbaşa.

Eh yaptık bi seçim neticeten.
Ne mi aldım?

Amaaan ne yapacaksınız benim ne aldığımı öğrenip ?
Önemli diil canım followırlarım.

Siz de bu kontrol listelerini çalıştırıp, kendiniz için güzel bi seçim yapın.
Alın bi güzel "küçük güzel", hayatınızı yaşayın, mutlu olun.
Unutmayın her seçim bir vazgeçiştir. 
Az olan aslında çoktur bile. 
Yeter ki yüzen bi tahtanız, olmadı bir plastik leğeniniz olsun denizde.
Küçük bişi alın, ucuz bişi alın, basit bişi alın, kolay bişi alın ama hemen alın.
Hadi bakalım mutlu güzel sağlıklı günler herkeşlere.

13 Mayıs 2020 Çarşamba

- NE Mİ ALDIM ? (4)

Geldim işte..
"4. bölüm nerede kaldı ?" diyor canım tayfa.
"Vaz mı geçtin ?" yazmaktan diyollar.. Vaz geçer miyim hiç ?
Ne zaman "döneceğim" dedim de dönmedim.
Ama bizim de canımız can anacım.


Yaz yaz nereye kadar demişim biraz dalga geçmişimdir.  
Hem sizi de sıkmayayım, özleyin biraz yazarınızı demişimdir.
Ayrıca viran olası hanede evladı ayal da var netekim. Onlar da ilgi bekler neticeten.

Yine binlerce kişi okumuş dizinin son bölümünü de. 
Seviyonuz beni canım followırlar. Hadi yazmaya devam ediim bare.. 😍
Bak öncekini okumadıysanız kızarım ama. Yandaki menüden önceki bölümleri bulabilirsiniz anacım.

Bi de bağzı followırlarım laf salatası yapıyorum diye kızıyorlar.
"Uzatma tek kelimelik bişi, söyle gitsin, ne aldın; bizim vaktimiz senin kadar bol ve boş değil uğraştırma bizi" diyollar.


Kasmayın bea..Eğleniyoruz işte. Maksat muhabbet olsun.
N'apıcaksınız izolasyon günlerinde başka. Okuyoz yazıyoz binaenaaleyh.
Romanın ilk cümlesinde yazar, "katil, papazın oğlu" dese; kim okur 550 sayfalık "Fırıncının kızını kim öldürdü" romanını. 
Di mi ama canım followırlarım ?

Bilirsiniz o fıkrayı; 
Kızılderilinin adı neymiş ?
"Yemyeşil çayırlar arasında yükselen karlı dağları, cesurca aşarak gelen, bir yaman ceylandan hızlı, ürkütücü ormanlar kralı sarı yeleli aslandan güçlü, günahkar ruhları kızıl cehennem ateşlerine taşıyan cezalandırıcı manitudan ürkütücü, gökgürültülerinden daha sesli kapkara dumanlar püskürten ateş arabalarının keskin düdüğünün sesi"
Kovboy kızmış, ne demiş?
"Uzatma kısaca düt de, geç git" demiş.
Ehe..

Ama kızılderilinin felsefesi daha derin netekim, uyandırdığı duygular yoğun bilhassa "Düt" desen ne olacak yani.
Bu arada biz de hordan hötten de bilgiler veriyoruz, felsefe yapıyoruz tekne alma sevdalısı followırlarıma.
Yaaa işte böyle.

Eveettt şimdi geliyoruz zurnanın zırt dediği yere.
Dur bi kıssa daha annatayım konuya hisse çıkartsın. İyice laf salatası olsun.


Efenim "Napolyon Bonapart" abimiz, savaşlarından birinde ordunun topları susunca, generalini çağırıp sebebini sormuş.
"6 sebep var komutanım" demiş general, "birincisi barut bitti, ikincisi.. Sözünü kesmiş Napolyon komutanın, "ötekileri saymana gerek yok,  barut bittiyse gerisini boşver yapacak bir şey yok" demiş..

Yaaa annadınız olayı zannımca. Bizim tekne alım işinde de barut para oluyor anacım. Geldik oraya şimdi de.

Mesele kesin olarak ekonomik bi mesele. 
Yoksa her zevke, her ihtiyaca eldiven gibin uyacak binlerce tekne türü var alemde. Gider birini alırsın olur biter.
Oysa "sonsuz ihtiyaçları sınırlı olanaklarla karşılama olayı"dır bizler için tekne seçimi.

Hele bizimkisi gibi, gelir dağılımı sorunları, döviz fiyatı kısıtları, 2. el alımında yasal engeller, üretimin kısıtlı ve az çeşitli olması gibi sorunlarla uğraşan bir toplumda zor zenaattır tekne almak.

O nedenle "Hangi tekneyi alalım" diye soranlara sorduğum sorulardan biri de  "Kaç paran var" oluyor.

Malumunuz döviz fiyatlarının uçuşa geçmesi ile hayat zorlaştı bizler için. Eh teknecilik sektöründe de her şeyler dövizle. Tekneyi almaya para bulmakla da bitmiyor iş. Araba diil ki bu kapının önüne koyasın da dursun.

Marinalar da dövizle, bakım tutum, donatım, yakıt neyim dövizle. Pahalı bi iş oldu vesselam denizcilik işi, emekli adamın bünyesine.


Orta halli bir tekne 100.000 avrolarda yabancı ellerde. Eh çarp böl bizim burada oldu mu sana yaklaşık 800.000 lira. Hadi 2. elini aldın diyelim, 50.000 avrolara indik 3/4 yüz bin lira.

O zaman bir mali optimizasyon yapmak gerekiyor tekne seçiminde.
Bi kere nispeten ucuz olan bi tekne alıcaksın  anacım bizim durumdaysan.

Yaş ermiş kemale, barut sınırlı, emekli maaşı desen elemterefiş kem gözlere şiş, durum aynen mafiş.
Gelir yok neticeten, hazıra ise dağ dayanmaz.
Sermayeyi kediye pardon tekneye yüklesen, bağı bahçeyi satıp savsan, bankalardan kredi alsan, o kadar parayı bayılsan olmaz. Adamı uyku tutmaz.

Yenga bi yandan, evladı ayal öte yandan gönül koyar, göz süzer. 
Kulağına derinden "kimsin sen Onasis misin başımıza" sesleri gelir rahatsız olursun.


Sesleri duymasan için pır pır eder durursun, o kadar parayı bağlamışın sefineye hava eser, yel üfürür, deniz sallar, başkası gelir çarpar, çarpmasalar çalarlar diyerekten.

Demek ki öyle bi para verilecek ki bünyeyi sarmayacak.
Ayrıca satın alma sonrası masraflar için de bütçe kalacak.
Yani alınan teknenin boyu posu ufak olacak ki marina parası çok yazmayacak. Gerekirse römorka alınıp, evin bahçesine depolanacak.
"Dursun bi kenarda" dediğinde dert tasa çıkarmadan, durduğu yerde dağılmadan, yattığı yerde para harcamadan duracak.

Görünüşü "benim sahibim çok zengin" diye bağırmayacak ki, ustası esnafı hallenmesin.



Yedek parçası kolay bulunur, ucuz alınır olacak. Çok ta teferruatlı bir tekne olmayacak. Basit olacak az sorun çıkartacak.

Bi de tekneye tüketim malı olarak diil de, yatırım olarak bakılacak.
Yani alırken kazanılacak, satarken zorlanılmayacak.

Diyelim aniden bi kalp nakli gerekti yaşlanmış bedene, cüzdanda da yeterli kaynak yok, cort diye yatılan beyaz çarşaflı masadan kalkmamak ihtimali de var.
O tekne pıt diye satılacak, satışa çıktığında hemen müşteri bulacak, satılırken çok zarar yazılmayacak.

Neticeten ne kadar az mali risk, o kadar değerli tekne olacak.
Yoksulluk işte ne yapacaksınız..



Şinci diyeceksiniz ki
"Madem öyle 2. el tekne alsak ucuz olur, alınır mı ki ne?
Sıfır almaya kalkıp, paraları basmasak Leyla'ya."
Peki 2. el tekne alınır mı?
Dur en sonda söyliyeceğimi baştan söyliim bu kez. "Kısa kes aydın havası olsun" diyenler mutlu olsunlar.

Alınır anacım.
Hemi de pek güsel olur. Fıstık gibin olur, gayet akıllıca olur.
Neden diyeceksiniz?
En başta nispeten ucuz olur bi defa.
Genelde ekonomik sıkıntıların getirdiği nedenlerin de katkısı ile eski/yeni arasındaki fiyat makası çok açıldı. Hele TL ile hesaplandığında fark çarpıcı oluyor. 

Özellikle pahalı teknelerde durum iyice belirginleşiyor. Hele tekne sahiplerinin kişisel zorlukları da devreye girerse yenisine nispetle bayağı ucuza tekne bulabiliyor araştıranlar.

Orada bi rasyo vardı ama unuttum şinci. 
İlk 2 senede sıfır tekne %20 değer kaybeder, ondan sonraki 2 sene için %10 daha kaybeder, sonraki her yıl için %5 kaybeder ve 10 yaşından sonra artık kaybetmez genellikle diye. Böyle mi idi acaba? Neyse..

Tabii pazar da standart pek yok. Özellikle sahibinden satılan tekneler tutturabildiğine fiyatlanıyor. Aracı broker felan varsa çarşı iyice karışıyo bittabi.



Fiyat dışında da nedenler var.
Eski teknelerden eskisi kadar korkmuyoruz artık.
Tekne de temel bağzı hasar yoksa çok bi masraf çıkmıyor. Alan ilk sahibi ise zaten iyi bakmış oluyo teknesine genellikle.
Bi de artık memlekette her şey var, usta var, yedek parça var, yani tamir tımar çok da zor olmuyo.

Mesela Liste fiyatı 120.000 avro olan bi tekneye, 10 yaşına geldiğinde 50.000 avro verdik mi, cepte kalan 70.000 avro ile kaç kez yeniden donatırız o tekneyi bea. Tabii dediğim gibi temel hasarlar olmayacak aldığımızda.

Bi de eski tekne oturmuş, donatılmış, denenmiş olarak geliyor. Yeni bir tekne ise tüm trimler oturana kadar adamın canını çıkarıyor. Ayrıca eski bir teknede neredeyse bir hazineyi bedava buluyorsun. Yeni bir teknede ise kovadan,çatala, telsizden, cansalına,can yeleğinden tel makasına kadar binlerce nesneyi euro bazında sıfırdan topluyorsun.

Şunu da belirteyim yani eski teknelerin gövde imalatlarına ve tasarımlarına güç, denge, sağlamlık ve denizcilik açısından biraz daha fazla güvenmeli diyorum sanki.

Yeni tekne, kendi minimum donanımı ile geliyor. Onları sevmezsen kaldırıp, yeniden donatmaya kıyamazsın anacım. Mecburen ne verdilerse onu kullanıyosun gereksiz bir masraf olmasın diye. Bu durumda şöyle bir mantık bana doğru geliyor: Eski tüfek ve sağlam gövdeli bir tekneyi ucuza mal edip, üzerindeki (zaten pek te para vermediğin) demode donanımı atıp, yepyeni bir elektrik, elektronik, mekanik aksamla donatıp, son model ve tamamen sizin ihtiyaçlarınıza göre donatılmış bir teknenin sahibi olabilirsiniz.

Ayrıca yeni tekneyi sipariş vericen de yapacaklar, bittiğinde bakıcaksın parasını çok önceden ödediğin tekneye "a demek buymuş" diyeceksin gördüğün, ellediğin, bindiğin, survey raporunu eline aldığın, istediğin marinada yeri hazır ve bağlı, getirilme götürülme maliyetleri olmayan bir teknedir netice olarak eski tekne.

Yani diyorum ki 2. el tekne alınmaz diil alınır. Yeter ki akılcı bi satın alma süreci yönetilsin.
E diyeceksiniz ki şinci, "sen 2. el bi tekne mi aldın?"
Yok alamadım.
Sıfır bir tekne siparişi verdim. Verdim ama sorun bi neden verdim.


Neyse onu da bi sonraki yazıda anlatayım. Çok uzadı yine laf.
Hadi bakalım kalın sağlıcakla sevgili tayfa.